25 Eylül 2010 Cumartesi

Şikayetiniz nedir?

Okula başlamanın en kötü yanı, kayıt yaptırmak zorunda olmaktır. Ki hala seçtiğim derslerin zorunlu ve seçmeli olduğu konusunda ikilemdeyim.

Hocaların bi yerlerde tüneyip, gizli gizli derslerle oynadığını düşünmeye başladım.

sonra öğrenci işleri... aman yarabbim. fakültemde on bin kişi okuyor sanki. 5 kişi bir yetemedi küçücük fakülteye. sorumluluk alınca nasıl da değişiyor insanlar... neyse.

Tatilin uzatmalarıydı bunlar. hani tatil desen değil, okul başladı desen hiç değil. böyle bir ne yapacağını bilememe hali... güne müge anlıyla başlıyordum artık. işte kendimi, tepsideki kahvaltımla, müge anlıdaki adamlar hakkında "yılanın başı bu, püü pis yalancı" diye yorum yaparken bulduğumda dedim ki; " nolur okul başlasın."


dün doktora gittim. cerrahpaşaya. hep dert yandığım ve sizlerin de görüp de görmezden gelmeyip " selin bu sefer çok kötü olmuşlar" dediğiniz sivilcelerim için. tüm kremleri yüzünde uygulayan, çeşit çeşit dermatolog tanıyan ben, bu sefer de şansımı orada deneyeyim dedim. ilginç bi şey demedi hap verdi. hani şu içince ağzının yüzünün gözünün kuruduğu... kullanan insanların suratına bakamadığınız ilaç var ya, ondan. eciş bücüş bir suratı birkaç ay çekmek zorunda kalacaksınız diye önceden uyarma niteliğindedir bu yazı.

ama şey ya, pelinle gittim ben doktora. çünkü doktorlara yalnız gitmeyi sevmem hiç. böyle gereksiz bir heyecan olur doktora giderken bende. işte sıramı beklerken falan, düşünürüm hep:

"..böyle böyle oldu,, bundan bundan dolayı böyle hissediyorum son günlerde.. ama şöyle şöyle olmadığı için... böyle bir problemim yok mesela.." falan gibi entel entel cümleler kurarım kafamda.

midem ağrıyodu benim mesela, annemle gitmiştim o zaman da doktora. böyle işte cümlelerimi hazırladım mide ağrımın başlangıcından bu döneme kadar olan şeyleri bi iki cümlede toparladım. anneme sıkı sıkı tembihliyorum " annee baak sakın karışma tamaamm mıaağ. ben anlatıcam her şeyi doktora, sen sadece yanımda gel.. "

sonra doktorun yanına giriyorum ben... cümleler kafamda,

-buyrun şikayetiniz nedir.
-benim midem ağrıyo bi de şey..
..
- anneee anlatsana..

sonra annem başlıyo anlatmaya...

ama bilmem farkında mısınız doktora bi merhaba/iyi günler/ günaydın dedikten sonra hani lafa kimin girmesi gerektiği konusunda bi ikilem yaşanıyo. ya da ben yaşıyorum. bi ebleklik geliyo böyle. sonra ben tam anlatıcakken derdimi, doktor soru soruyo, "buyrun şikayetiniz nedir?" ben böyle kalıyorum resmen. hani başlasam, doktor bey şikayetim... falan diye.. gerisi gelicek ama tek kelimelik bi cevap vermek zorunluluğunda hissediyorum kendimi.

-buyrun ne şikayetle gelmiştiniz?
-klemongrostropi şikayetiyle..

gibi.
bunu dicem ve o da: "hmm,, şu şu şikayetleriniz de var mı peki.. hmmm" falan diye ilgilenicek. bi diyalog oluşacak bizde. ama öyle olmuyo. monolog istiyo benden.


böyle yani. doktor deyince aklıma geldi. aynı şeyi cerrahpaşada da yaşadım da.
-evet selin, şikayet nedir?
-ee..şey.. benim sivilcelerim var. bakın. -ve yüzümü gösterdim-

"pelin anlatsanaa" da diyebilirdim. ilerleme var.


böyle işte.

yalnız olmadığımı bilmek güzel olurdu.
öperim.






15 Eylül 2010 Çarşamba

İstidlal

Bir ilişkideki favori sözün "gerizekalı" olduğu varsayılırsa -karşı cinsle- pek de iyi anlaştığımız söylenemez.

....

Ayrı gezegenlerden olduğumuza inandırıldığımız için anlaşamadığımızı düşünmüyorum ama neden anlaşamadığımız sorusuna bundan daha mantıklı bir şekilde cevap da veremiyorum.

....


Nasıl yürüyebiliyor bu ilişkiler? Birileri yürütebiliyor yani. Hatta, sanki ben hariç herkes yürütebiliyor.

....

Hiçbir şey için kendime kızmıyorum. Sakarlığıma veriyorum. Belki beceremiyorumdur.

...

"Hasta bir ruhun var" çıkarımı "ruh hastası" tabirinin eş anlamlısı olabilir belki. Ama her zaman derim, gereksiz kibarlık ne sakil durmakta üzerinde.
...

"Ben sana layık değilim" dediğin zaman yapmam gereken, sana katılmak olmalıydı.

...

...ve tüm söylediklerinden sonra herhangi biri ile bir ömür geçirmeyi hak ediyorsun. Evet herhangi biri ile. Alelade mi demeliydim? Hayır hayır, pespaye demem.





8 Eylül 2010 Çarşamba

Bu da böyle bir anımdır.

Şirinevlerde hoş bir tesadüfle karşılaştık aslında. Ben durakta görünce indim metrobüsten. Önümüze gelen ilk metrobüse bindik hemen. Fakat o da ne ? Benim indiğim metrobüs daha soğuktu, bunun kesin klimaları çalışmıyordu. Hadi inelim. İndik. İncirlide. Kalabalıklardan binemedeğimiz 5 ya da bilemedin 7 metrobüsü geride bıraktıktan sonra kalabalık ve yine sıcak olan bir metrobüse bindik. Yani herhangi bir kârımız olmamakla birlikte bi de kalabalık olduğu için metrobüs, zarara da uğradık sayılabilir.

İnternetten çikolata almış. Teslim alması gerekiyor. nişantaşında bir yerlerde. Tamam, ben iyi bilirim oraları, osmanbeyden hop nişantaşı. Yukarı yürü hayır hayır orası değil, aşağı yürü "aa burası sevilayların orası", birkaç kişiye sor... Tarif al yine yürü. benim içgüdülerim kuvvetlidir diyerek yine yürü... ve sonunda nişantaşı Citys'in içinde olduğunu fark et. Çikolata fabrikası adı.. Ben fabrika beklemiyordum tabi ama yine de stand olacağı aklıma gelmezdi doğrusu. Ama kavuştuk çikolatalara, ah pardon çikolata truffle. bitter bitter pek lezizler.

E iftara gidecektik biz, ortaköye... geç kaldık. hayır hayır kalmadık. yavaş yürüdün hızlı yürüdüm derken osmanbey metrosundan mecidiyeköy metrosunda bulduk kendimizi.
-telefonum sende di mi?
-şey, bende mi? ben sana vermedim mi ?
..
-burda da yok.. of burda da.
-çıkır çıkır, tıkır tıkır
...
-TELEFONUN YOK !

metronun merdivenlerini nasıl çıktım hatırlamıyorum ama önüme ilk gelene telefonu arattım. ukala çocuğun biri aradı. aranmıyor dedi. 1353. kez çantama baktım olmadığından emin bi şekilde. ay böyle bilsem ki ağladığımda telefon geri gelecek falan hönkür hönkür ağlıcam böyle mecidiyeköyün ortasında. güçlü kadın imajına bürünmeye çalıştım ama titreyen ellerimle ve kuruyan dudaklarımla ne kadar bürünebildim bilmiyorum. telefon, kartlar, para... a bi de sakız. kendi telefonum olsa belki ben de sakin olmaya çalışırdım ama başkasının telefonu olunca..

geç kaldığımızı düşündüğüm iftar için taksiyle şansımızı denedik. evet evet, telefonu bıraktık "ne de olsa buluruz" ve " gittiyse de gitti" düşünceleri arasında biz iftara gitmek için yol aldık.taksici bilemedi yolu. yol sorduk. indi taksiden, bindi... bulamadık. eh biz müsait bi yerde inelim diyerek, ayak vasıtasıynan yerimizi bulduk.

internetten baktım güzel bi yerdi. aa adını da vereyim hatta gidecek olan varsa gitmesin : Addio Mamma. Köprünün ayağında diye gittiğimiz yerde doğalgaz kutularının ve borularının yanına oturduk. oturduk derken başkaları da hemen bitişiğimizdeydi. zaten onlarla yemek boyu sohbet ettik yeni insanlar tanıdık. karışık ızgara başka bir yerde yemeseydim gerçekten öyle bi şey sanabilirdim ama değildi. yani belki içinde birkaç karışık et vardı ama ı-ıh o değildi. a sahi ortaya bir tabak koyduklarını söylemeyi unuttum. ortadan böyle bölüşe bölüşe yedik. meyveyi de öyle. çatalla böldük karpuzu falan. ama doyduk. bilirsiniz bazen önemli olan mekan değildir, kimlerle birlikte olduğunuzdur.

biz oturmuş, ben suratımı asmışken kaybolan telefon aradı. böyle zamanlarda hep kaybolan telefonun kendiliğinden aradığını düşünürüm ilk olarak. hani ilahi bi şeymiş gibi. neyse sonunda telefonu açtık ve osmanbey metrosu kontrol amiri çıkınca telefona ben de rahatladım telefonun kendi kendine aramadığını düşünerek. düşünsenize, telefonun kendi kendini aramasıyla nası başederim, kime söylesem inanmaz, deli damgası yerim. telefon bulununca, iftardayız şu an sonra alırız demek gibi bi lükse bile sahip olduk. benim için gün yeniden başlamıştı.

devamında bi şey yok. çay çok koyuydu içemedim. biraz ortaköy sahilinde oturduktan sonra kendimi taksimde buldum. hayır hayır aslında taksimi de pek hatırlamıyorum taksim-beylikdüzü otobüsünün içindeydim. eve geç gelmemek için tabi ya !

indiğim duraktan annemler de beni alınca evime geldim.
bundan sonra da bir macera yok. bitti. bu kadar.

anlatınca az mı göründü? Yaşayınca görün. Ama hayır yaşamayın.
telefonlarınıza sahip çıkın. lütfen. sonra üzülüyorum ben.

buradan da o telefonu alıp o amire veren şahsa sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
sizin gibi insanlar kaldı mı yahu demek istiyorum :)