20 Mart 2011 Pazar

ÜDS bitti. Sıradakiiiiiii !

Aah aah… Birkaç saat önce çıktım ÜDS’den. Yanıma iki Fatih sınav kalemi ve Pelikan silgi kâr kaldı. Kalemtıraş kalamadı çünkü unuttum onu :(

Ya geçen sınava da girmiştim ben ama harcı yatırdıktan çoook zaman sonra olmuştu sınav. O yüzden ben bu seferki sınavı – bana göre diğer sınavın rövanşını- da mayısta sanıyordum. Geçen pazar öğrendim bugün olduğunu, tesadüfen. Oysa planlarım vardı ÜDS için. Böyle bir ay önceden falan çalışmaya başlarım diyodum, tüm çıkmış soruları adamakıllı çözerim… Düşünün yani fazlasıyla motive etmiştim kendimi. Oysa sonrasında kendimi 1 haftalık hızlandırılmış çalışma seansında buldum. 3 saatlik sınavları bir buçuk saatte çatır çatır çözdüm. Artık son güne geldiğimde bu çalışmalarımın karşılığını almış ve ilk günlerde çıkardığım yanlıştan tam 2 tane az yanlış çıkarmıştım… Kendimdeki bu gelişmeyi görünce tabi, ister istemez kendimle gurur duydum.

Ben kendimle gurur duyarken öte yandan babam da benimle gurur duyuyordu. Hayır, sınavın hangi tarihte olduğunu bilmediğim için değil. Bunun için olsa olsa utanç duyardı. Söylemedim o yüzden ona. Uzun süredir bu sınava çalışıyormuş izlenimi verdim. Şunun için: Ben pedagojik formasyon alıyorum, söylemişimdir daha önce. Hayır, öğretmen olmak istediğim için değil. Zaten şunu söyleyebilirim ki o formasyonu alan kimse öğretmen olmak istediği için almıyor aslında. “Altın bilezik, bir gün olur kullanırım, kullanmasam da dursun bir kenarda, böyle bir fırsat verilmiş neden kullanmayayım” mantığı ile alıyor. Ya da benim gibi babaları dediği için. Onun bu sene, yani son senesinde stajı var. Hayatımın stajyerliğe ayrılmış olan geniş bir bölümüne öğretmenliği de ekledim kısaca. İşte babam bunun için benimle gurur duyuyor.Hani anlamıyorum bazen gerçekten. Bu zamana kadar o kadar yerde staj yaptım hiçbirine bu kadar sevinmedi. Ama öğretmenlik… Kutsal… “Vay be! Kızım öğretmen oluyo ha! Vay be! ” Valla bilseydim ben öğretmen olunca babam bu kadar çok sevinecek sırf onun için lisemi terk eder öğretmen olurdum. (böyle de severiz babayı)

Aaa ben bi de şeyi yazmayı unuttum. Ofisten S. abi sağolsun bana Mehmet Açar‘ın verdiği karşılaştırmalı film analizleri seminerini ayarladı -ben istedim diyee…- Mehmet Açar’ın asistanı olcaksın dedi. Düşünsenize, ben zaten bu seminere gitmek istiyorum o ayrı, ama ‘Mehmet Açar’ın asistanı olcaksın’ı duymak apayrı. Tabi ben asistan deyince elinde not defteri Mehmet Açar’ın yanında bi Selin hayal ettim, nasıl heyecan of. Halbuki şey, getirdiği DVD leri takıcakmışım falan. Hani Erman Toroğlu “oynat Uğur” diyodu ya heh işte o seminerin “Uğur”u da ben olacaktım… Yaa hayııır, hayal kırıklığı falan değil. Çünkü lise yıllarında tanıyıp bu zamana kadar sevdiğim birine bu kadar yaklaşıyo olabilmek gibi bi fırsat olarak gördüm ben bunu. Gittim tabi.

Olay Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezinde geçiyo. Ben bi kere orada 11 de olabilmek için bayaa erken buradan yola çıktım. Erken gittiğim için de yarım saat falan sahilde oyalanmak zorunda kaldım. Sonra kampüsün içine girdim ve kaç kilometre yukarı yürüdüm bilmiyorum. Ter-su içinde oraya vardım. Sonra yapacağım işi öğrendim ve Mehmet Açar’ı bekledim. Tanıştık. Bana artık “Selin” diyo. Evet. Sonra ben 11′den 3′e kadar ayakta durarak -burası önemliydi-, “duralım” “devam edelim” komutları eşliğinde filmler izleyip, Açar’ı dinledim. Bu kadar. Aldığım seminerle, Açar’ın kurduğu “Selin” li cümleler de yanıma kâr kalmış oldu. Daha var. Daha 5 hafta daha gideceğim, evet.

Biraz önce de değindiğim ve neredeyse her yazıda da değindiğim üzere ben çok uzakta oturuyorum. O kadar uzak ki aylık akbilim geçen ay bana yetmedi. 1 ayın dolmasına 1 hafta kala aylığım bitmişti. Şimdi bu bilgi cepte. Bi de buraya metrobüs geliyo ve kazı çalışmaları bilmemne bir sürü trafik oluyo. Bu bilgi de cepte kalsın ve TA TAAAM : Ben yurt arıyorum. Evet. Evimden bir an önce İstanbula yakın bir yere gitmek için dilekçemi verdim ve eğer de olur da inşallah gidersem devletimin bakımsız yurtlarından hayatıma devam ediciiim. of. ne heyecan. ciddiyim.

Böyle geçti son günlerim. Artık ÜDS gibi bi kamburdan kurtulduğuma göre daha mutlu sayabilirim kendimi.

Veee ÜDS’deki tüm hatalarım size gelsin : My mistakes were made for you

Son olarak filmlerim.com açıldı. Evet.

Tüm arkadaşlarıma, burayı okuyanlara, sinemaseverlere, sevmeyenlere, sevebilecek potansiyeli olanlara buraya üye olmaları gerektiğini bildirmek istiyorum. Hatta benim adım cubalap. Beni bulun arkadaş olalım falan. Neden? Çünkü ben orada çalışıyorum. Ve siftahı arkadaşların yapması güzeldir.

Seviyorum.

Mükemmel İnsanlar, Mükemmel Hayatlar…

Var di mi sizin de hayatınızda mükemmel insanlar ?

Kıskandıklarınızı değil de, her şekilde karşılarında 1-0 yenik hissettiklerinizden bahsediyorum. Hani ne yaparsanız yapın, her zaman daha iyisini yapmış/yapıyor/yapacak olanlardan…

  • Uyanamadı ve dersi kaçırdı, zaten o konu basittir ya da o konuyu biliyordur ve sen de sabahın köründe boşuna derse gelmişsindir. (keşke gelmeseydin di mi :( )
  • Biriyle çıkmaya başladı, çok mutludur, çünkü zaten herkesin hayatında “özel” biri olmalıdır. (E ama senin yok.. :( üzülme.. ya da.. üzül) Sevgilisinden mi ayrıldı ? Off, en güzeli zaten yalnızlıktır, hayatındaki “özel” biri senin ayağına dolaşan birinden başka biri değildir çünkü. “-Hala bir “sevgilisi” olanlar o hayata nasıl dayanıyorlar?” (E sen de yeni bulmuştun ama :( … olsun, üzülme .. ya da üzül.)
  • Gönderdiği iş başvurularının hiçbirine dönüş olmadı, o da zaten onlara “öylesine” başvurmuştur ve zaten bünyesinin biraz tatile ihtiyacı vardır, hem çalışmak istemiyordur da zaten. ( Evet evet sen de çalışma, sana da bir tatil iyi gelecektir.) Sonra iş başvurularının birinden geri dönüş oldu, en güzeli çalışmaktır zaten, evde oturarak zaman mı geçer, hem tecrübe hem de para her zaman iyidir. (Ne oldu, keşke sen de çalışsaydın :( )
  • Güzel bir okula giremez, ama zaten o güzel okulları istemiyordur, gittiği okulun hayalini kurmuştur, çünkü gittiği okul diğer okullardan daha iyidir. (Keşke sen de oraya gitseydin :( ) Güzel bir okula girer, çünkü zaten başarılı biridir. (Keşke sen de oraya gidebilseydin :( )
  • Yüksek lisans ister, çünkü yüksek lisans her zaman bir adım önde başlatır insanı ( sen de ! sen de! ) Yüksek lisans yapamaz, ama zaten yüksek lisans falan önemli değildir, önemli olan tecrübedir. ( keşke sen de başvurmasaydın :( )
  • Karşısıına evleneceği adam/kadın çıkmaz. E o zaten evlenmeyi istemezdir çünkü en güzeli bekar olmaktır, evlenip ne yapacaktır. (Kesinlikle ! ) Sonra evleneceği adamla/kadınla tanışır, evlenir; çünkü hayat böyledir, her şey çok ani olmuştur o da çok istememiştir ama şimdi çoook mutludur. ( sen hala bekar mısın? )
  • En yüksek not ortalaması onundur, çünkü not ortalamaları mezunları birbirinden ayıran en önemli ölçüttür. ( çalış çalış çok çalış! ) Hayır, not ortalaması düşük mü geldi, kim bakar ki mezun olduktan sonra ortalamaya ( e sen niye kastın ki annem?)
  • Annesiyle arkadaş gibidir, çünkü herkes annesiyle arkadaş gibi olmalıdır ve bu çok eğlencelidir. ( seninki biraz soğuk mu ne?) Annesiyle arası kötüdür, zaten anneyle yüz göz olmanın anlamı yoktur. (senin de mesafe koymanın zamanı geldi.)
  • İşinde az para verirler, ama zaten sevdiği işi yapıyordur ve paranın bir önemi yoktur. (çok para kazanmayı boşver sen de evet.) İşinde çok para kazanır, zaten parasız çalışılmazdır. (daha çok kazanmalısın.)
  • En güzel saça, en ideal kiloya ve en havalı kıyafetlere o sahiptir.
  • En güzel hobiler onundur.
  • En iyi öğrenci, en iyi evlat, en iyi sevgili, en iyi arkadaş odur
  • En iyi arkadaşa, en iyi sevgiliye, en iyi aileye ve en iyi hocalara da o sahiptir.
  • En güzel her şey onundur
  • Ve sen neyi önemli görürsen gör, hayattaki en önemli şeyler onun önemli gördükleridir.

Örnekleri fazlalaştırabilirdim. Ama kalsın şimdilik böyle. Hiiç boşuna direnmeyin. Hata yapmasını da beklemeyin. Her zaman 1-0 yeniksiniz siz. Berabere olma şansınız belki olur; ama önüne geçmek… ı-ıh, denemeyin derim ben.

Siz, izleyin sadece, eğlenin.

Biz de mükemmel bir şekilde mükemmel olamayışınıza kadeh kaldıralım…

Mükemmel öpücükler.

20 Şubat 2011 Pazar

"Ekmek Arası"cı ...

Böyle hani annelerimizin deyimiyle "insan içine karışmak" ya da ne bileyim kalburüstü ortamlarda sosyalleşmek falan hiç bana göre bir şey değil sanırım. Çünkü ben "ekmek arası"cıyım.

Hani böyle gidelim de bir restorana oturalım orada bir porsiyon köfte, tavuk şiş, döner ya da ne bileyim balık yiyelim...çatallı bıçaklı mm.. leziz. Yok öyle bi şey... O köfte, ekmek arasına konmalı... Hatta o ekmeğin arasına bir sürü başka bir şeyler daha konmalı ki güzel bir kombinasyonla birlikte yenmeli o köfte. Ya da balık... Önüme uzanmış balığı çatalla bıçakla soyup kılçığını ayırıp ve en nihayetinde o minicik etini ağzıma atarak bir balık ekmek tadı almam mümkün mü ya ? Hani herkes sevgilisiyle falan güzel restoranlara gider @bilmemne yazar ya o fotoğrafın altına da... kendimi hayal ediyorum...muhtemelen ağzımdaki koca ekmek parçası ve elimdeki ekmek arasıyla bir sedirin üzerinde poz verirdim. Böyle salaş mekanlarda sürekli ... Çünkü boğaza nazır olan o güzel, temiz restoranlarda güzelce servis açılmış masanın kenarında herkes önünde tabakları ve ben elimde ekmeğimle poz vermiş hayal edemiyorum kendimi.

Ucuz zevkler de diyebilirsiniz, ne derseniz deyin aslında. Ama yemek konusunda bir "zevk" sahibi olduğumu düşünmüyorum.

Sodamedya stajımı bilen bilir. Arada gidiyorum oraya yine. Bu ara ise sık sık gitmeye başladım. Tabi her gittiğimde bir yemek yeme mevzusu oluyor. Öğlen herkes bi şeyler yiyor... Ben de N. ablamla gidiyorum yemeğe. Onun yanında pek çekinmiyorum. Yani o tabaktaki tavuk şişini çatalıyla yudumlarken ben dürüm içindeki kebabımı ısırmakta bir beis görmüyorum. Genelde fast-food yiyoruz tabii. O da genelde kebap oluyor.

Fakat bu kadar katı yiyeceklere abanmayayım diye, çorba içmeye karar verdim. Yalnız şöyle bi şey var, ben o çorbayı alırken yanında mutlaka pilav görüyorum ve o an deli gibi canım pilav çekiyor. Evet, canım pilav çekiyor. Sonra diyorum ki amcaya "yaa bana biraz da pilav koyar mısın?" ve evet, N. ablam tavuk şişini çatalıyla yudumlarken ben yanında çorba- pilav yiyorum.

Ne var bunda demeyin ? Sonra ofise dönüyoruz. Ve o soru geliyo :"Ne yediniz?"
N. abla : Ben tavuk şiş yine her zamanki gibi.
Ben: Ben de işte çoorbaa içtiiiim... bi de pila..-ses incelir..-

Aslında bu durumu garipsemiyodum ama ne var ki bu yediklerim için ofisten iki kere aferin alınca oturdum düşündüm.
Aferinlerimin biri şu şekildeydi:
-Aferin seline ! En azından ev yemekleri yemiş. (selin, aldığı aferini duyunca, sırıtır)

diğeri de şöyle.
-Aferin bak Seline. En azından çorba içmiş. Sıvı bir şey girmiş ağzına. (selin, aldığı aferini duyunca sır.. bi dakka ya )


Farklı insanlardan gelince aferinler, bu çorba-pilav olayını biraz daha ciddiye almaya başladım.
E ama benim kebap yediğim zamanlar falan da oldu. hem de çatal kaşıkla... o zaman niye sormuyosunuz di mi ama... Hayır her gün de füme somon, noodle, şaraba yatırılmış üzümlü ördek falan da yenmez ki... Pırasa da yenir ıspanak da çorba- pilav da.

Kimsenin bi şey dediği yok tabi, kendi kendime kaç gün üst üste çorba pilav yediğimi düşündüğümde, komik geldim kendime. Sonra gelip eve peline anlatma gibi bi gaflette bulundum tabi, o kadar.


....

Bundan başkaa,, Ekşi Sözlük 12. yaşında zirvesine gittim. Senelerdir bu zirveleri merak edip hiç gitmezdim. çok şeyler okudum... çok bekleyenler, telef olanlar vs.. benim içinse hiçbir problem yaşamadan döndüğüm bi zirve oldu. hatta eğlendim bile... langırt oynadık efendime söyliim, boks vurdum (ben 600 vurdum) sonracııma T. ile dans bile ettik. bir ps3 sahibi olmayabiliriz ama bedavalarını kaçırmıyoruz. şimdi karşılarınızda sing star dans videomuzun kısa bir bölümü.. :




Bunu yazarken kabataşın orada bi tane köfte ekmekçi var, o geldi aklıma. Bi gün oraya gidip fotoğraf çektirelim hep beraber.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Sıralı ölüm birincisi madalyası.

"Ortalama bir sosyalfobiğin "kaptan arka kapıı" diye bağıramadığı için, yılda fazladan 97.4 km. yürüdüğünü biliyor muydunuz? "

Benim işte o. Günde 3 vesait kullanan biri olduğum halde - ki bunu sık sık dile getirmeyi seviyorum- hala alışamadım. Yani o toplu taşıma araçlarında, üstüme bile çıksalar kendi kendime konuşuyorum ancak.

Geçen gün sırtıma çıkan bi kadın için tüm cesaretimi toplayıp söyledim ama. (Belim incinmeseydi onu da söyleyemezdim.)

- "Pardon dedim, çok afedersiniz, şöyle biraz daha diğer tarafa dönerseniz ikimiz de rahat ederiz aslında. Belim çok ağrıdı da". (duygu sömürüsü içindi bu cümle)
- "Kusura bakmayın" dedi kadın ve sırtıma abanmaktan vazgeçti.

Değil tabi. Yurdumda kerameti kendinden menkul kişilerin sayısı ölesiye fazlayken, böyle bir diyaloğun yaşanması olanaksız yani. Şöyle devam etti(k)

-"Ben bilerek yaptım, özellikle sizin sırtınıza abanmak istedim." (esprili olmaya çalışıyo ama kabahatini de biliyo yani)
Otobüste tanıştığı 2 andavallı - ah bu kelime tam onları tanımlamak için var- bu söylediğine güldüler ağızlarını aça aça.
-"hmm.. peki." dedim ben de, ahmak olmadığım için gülmedim ama.

Ben çaresiz, artık aldım yükü sırtıma, kabullendim yani gidiyorum. Ama kadın durdu ve devam etti :

-"Sizin benden buradan gitmemi istemeniz, metrobüs sizin olmadığı için haksız bir talep oluyor ve dolayısıyla siz, sizin olmayan bir şey için hak talep etmiş oluyorsunuz. Böyle bir şey talep edemezsiniz benden"

-(oha. özellikle mi seçtin selin bunu ya.) "Özür dilerim, siz beni yanlış anladınız ben size gidin demedim diğer tarafa dönerseniz eğ..."

- "Dönemem. Neden rahatsız oldunuz hı ?"
-"Yok,.. ben .. rahatsız olma.. "(hemen de çark ederim.)
-"Kıçımda diken vardı da o mu battı hı ?
( oww seviye düştü selin. kaç selin kaç.)
-"şey, tamam.. bi şey demedim varsayın.."

bazı durumlarda kavgacı olmak işe yarar. yani ona o anda hırlayan bi ses tonuyla "ULAN KADIN ÖNCE Bİ NE DEMEK İSTEDİĞİMİ ANLA SONRA YAP DEMAGOJİNİ." cümlesiyle başlayan şeyler söyleseydim eminim eve gelene kadar benim değil, onun sinirleri bozulacaktı. nasıl-kavga-edilir konusunda henüz başlangıç seviyesinde bile olmadığımı düşünüp halime üzüldüm. kimin üzerinde staj yapacağım konusunda düşüncelerdeyim şu ara.

Sonra yurdumun anlayışlı erkeklerinden biri, benim ne kadar zor durumda kaldığımı görmüş olacak ki - ah erkekleri seviyorum- bana yerini verdi. Önce "yok teşekkür ederim" diyerek nazımı yaptım, sonra oturdum tabii.

ve kadın... son durağa gelene kadar konuşmaya devam etti. benim onun kardeşi olduğumu, ama benim onun hakkını gasp etmek isteyerek günaha girdiğimi, yüce rabbinin her şeyin hesabını öbür dünyada soracağını, o zaman ne hesap vereceğimi merak ettiğini, hepimizin kardeş olduğunu, şimdiki gençlerin özelliklerini... anlattı da anlattı...ben de kitabımı açarak, hiçbir cümleyi anlamadan okudum. 15 sayfa okumuşum.

Öğrendim ki, kadın dünya kardeşlik vakfı diye bir vakfın üyesiymiş. Evet, ironik farkındayım. Öyle bir vakıftan haberim yok ama üyelerine otobüsteki herkesle saçma sapan bir şekilde tanışıp onlar inene kadar konuşup onlar inerken arkalarından "sevgiyle kal kardeşim" demeleri tembih ediliyor diye tahmin ediyorum. evet evet aynen o ses tonuyla
-"sevgiyle kaaaaal"
Tabi ondan da bazı şeyler öğrendim. Metrobüste otururken karşınızda-oturan-biriyle-sohbete-nasıl-başlarsınız mesela.
Şöyle :
- İnsan, böyle, karşılıklı otururken gözlerini kaçırıyor değil mi? Ne komik ve tuhaf. Sizin benim karşımda oturmanızın bir nedeni var belki de? Hiç böyle düşündünüz mü? Enerjimiz yayılıyor çünkü, bendeki enerji size geçiyor.

İşe yarıyor. Deneyin.

Tüm bunlar bir yana da, uzun zaman sonra ilk defa birine kötü bi şey olmasını istedim. Hani dedim, şu kadın şu anda konuşurken böyle dili kıvrılıverse boğazına yapışsa da yüzü morarak ölse ben de onu izlesem. Çok istedim bunu, üzgünüm.

Eve gelene kadar ben de, bazı yaşlıların ne kadar itici olduğunu, neden hala yaşıyor olduklarını falan düşündüm. Nefret duygusunu ilk kez böylesine yoğun yaşadım kısaca. bir de "yeni neslin gözünü seveyim, en azından çeneleri düşük değil diyerek" yeni neslin gözünü sevdim.

Sonra babam, "Anormal insanların yaptığı hareketler için kendini üzersen, çok üzülürsün." diyerek ihtiyaç duyduğum nasihati verdi.
Ve hayatımda anormal insanlar için yeni bi kategori açarak onları orada değerlendirmeye tabi tutmaya, böylece onları normal insanlar gibi algılayamayacağımdan ötürü çok da üzülmemeye karar verdim.


Bu blog, metrobüs anılarım için falan değildi kuşkusuz. Ama elimde olmadan paylaşmak istiyorum. Bilin, görün siz de ya, en azından hazırlıklı olursunuz; hani benim gibi son cümleniz "bi şey söylemedim varsayın" olmaz da, "Allah sıralı ölüm versin ve ilk sırada siz olun" falan olur belki. Böylece eve gelene kadar "keşke böyle böyle deseydim" minvalinde ilerleyen, bir sürü gerçekleşmemiş senaryo yazmazsınız.

Bundan başka, ben iyiyim. Ben iyiyim iyi olmasına ama insanlar kötü.



12 Ocak 2011 Çarşamba

"yeğ deds gıığd" vs "yes detz gut" (yes. that's good.)

Ilık bir akşamdı... Ben internetimin başına geçmiş maillerime bakarken, Şehir Fırsatı'ndan Dilkonun TOEFL kursunun 59 lira olduğunu görmüştüm.. Heyecanlandım... Baba dedim.. son 1 saat... alıyorum ben bunu dedim..

...ve aldım.

İki kere sınava girdim. Seviyemin TOEFL kursu için uygun olduğunu kanıtlamam gerekiyodu çünkü.. Sonrasında, biraz nazlanarak da olsa beni kurslarına kabul ettiler.

-"Ehm.. aslında ..sizin puanınız yani... çok da iyi değil.. ama kağıdınıza özel bir not düşülmüş.. Bir kez daha girse daha yüksek yapar diye.. O yüzden sizi kursumuza alabiliriz.."

lütfettiler. alttan alta hangi mesajı vermek istediler anlamadım ama ben bunu "zeki ama çalışmıyor" olarak niteliyorum.

Ilık bir akşamdan soğuk bir akşama geliyorum. Pazartesi akşamına. Kursun ilk gününe. Gittim. Hayatımda ilk kez bir ingilizce kursuna gidecek olmanın heyecanı var. Sınıfa girdim, ortaokuldan bir arkadaşımı gördüm. Konuştuk. (oysa ingilizce kursu bir tanıdıkla rast gelmek isteyeceğim son kurstur, ya da sondan bir önceki)

Herkes sınıfa geldi. Herkes dediğim toplamda 8 kişiydik. Hocayı bekliyoruz. Bu bekleme esnasında tabi iğrenç bir sessizlik var sınıfta, tahmin edersiniz. Asansör sessizliği gibi. "Merhaba"dan sonra konuşacak hiçbir şey yok çünkü.. anca saçmalarsınız.
-Meraba
-Meraba.
-Kaçıncı kat?
-6
-6.tamamdır..evvet, bastım, tamam. (böyle bi şeyi eğer benim gibi kendinizi konuşma zorunluluğunda hissederseniz söylersiniz yoksa, " tamam bastım hı hı oldu" falan gibi şeyler söylemezler insanlar aslında. söylemeyin de bence zaten.)

...sessizlik...(nereye bakacağını bilememe)
...sessizlik... (katların yazdığı yerden sayıları okuma ..iikii..üüç..beeş ve altıı....)


-iyi akşamlar
-iyi akşamlar

Böyle bir sessizlikten sonra hocamız John geldi. Ben ona kısaca "con hoca" diyorum. Çok konuştu. ağzının kenarından tükürükler çıkana kadar konuştu yani.
ardından herkes kendini tanıttı.
Şimdi insan kendini hangi dilde tanıtırsa tanıtsın konuşmasının güzel olması için hem kendi hakkında anlatacak ilginç/güzel şeyleri olması lazım hem de bunu güzel bi şekilde anlatabilme yeteneğine sahip olması lazım.
hani belki erasmusla ispanyaya gitmiş, 7 ülke 13 şehir görmüş olabilirsiniz bu ilginç/güzel bi şeydir. ama bunu, "ben de ispanyaya gittim. orada okula gittim. "spanglish" konuştum. ispanyollar iyi insanlar, ingilizce bilmiyolar ama" şeklinde anlatırsanız mesela, o yaptığınız işin evde oturup çay demlemekten bir farkı kalmaz.

sınıfımı tanıtayım kısaca:

-bir kız. güzel giyinmiş,yüzü de güzel, makyajlı. oturaklı. "boğaziçi yünivörstii iikonomiks" okuyorum deyişinden zaten ingilizceyi çatır çatır konuştuğunu anlayabilirsiniz. ikinci dili çince. 3 yıldır çalışıyomuş üzerinde. "grandparents" ları da 5 yıldır çinde çalışıyomuş. tatillerini çinde geçirdiği oluyomuş. çini anlattı bize, biraz yemeklerinden biraz trafiğinden... benim anlamadığım ingilizce bi banka mı ne söyledi.. heh işte orada çalışmak istiyomuş. aksan güzel, ingilizce akıcı, paragraflarda görünce bile bilmediğim için okumadan geçtiğim kelimeler itinayla kullanılmakta..


-bir kız. uzun saçlı. o da güzel. o da oturaklı. amerikan aksanıyla ingilizce konuşuyo. liseliymiş. daha büyük duruyo. o konuştukça ben, bok atmaya çalışıyorum. "annesi ya da babası kesin amerikalı"... 7 yaşından beri ingilizce çalışıyomuş. "nolcak.. kesin amerikada büyümüştür." okulum da buraya yakın diyo."aha kesin şurdaki kolejlerden birindedir, robert koleji yakın mı buraya, yok değil.. o zaman hang.." ben böyle üstünde düşünüyorum ama kesin bir sonuç alamayınca merakıma yenik düşüyor ve sol gözümü kırparak "şşt.. senin aksan nerden?" diye soruyorum. anne baba türk. kolejde falan da okumuyo. her yaz tatillerinde amerikada da değil. kendi çalışmış üzerinde aksanının. yani yapmış, olmuş.

sadece 1 erkek ve kalanımız kız idik. 42 yaşında başında tüylü bir tokası olan, itüde okuyan, ben nerenin aksanı olursa olsun anlarım diyen, istanbul üniversitesinde okuyan ve çalışan...

böyle bir sınıf.. bakalım. con hocadan fırsat kalırsa bizler de konuşup kendimizi geliştirebiliriz. bizler derken ben ve diğer kişiliklerim. yoksa bence diğerlerinin çok da ihtiyacı yok. bu esnada ben de etrafımı iyi gözlemleyerek nasıl-oturaklı-olunur kursunu bedavaya getirmeyi düşünüyorum.


bu kurs olayının tam final haftasına gelmiş olması kötü olurdu aslında, eğer zor bir bölümde okuyor olsaydım ve çalışmam gereken, anlaması güç metinlerim olsaydı.. ama ne mutlu ki iletişim fakültesindeyim ve slaytların çıktılarını rahatlıkla okuyabiliyor anlayabiliyorum.. yani kursun final haftasına gelmiş olması beni, 21 ingilizce makaleyi okuması gereken boğaziçili kız kadar etkilemedi.

yüksek lisansı daha bir ciddi düşünmeye başladım. hatta bazen "belki de akademisyenlik o kadar da kötü değildir" derken yakalıyorum kendimi. şunun için söylüyorum bunu, yarın öbür gün, yüksek lisansımı yine bu okulda yapmak zorunda kalırsam bu olabilir, kalabilirim. tamam mı? çünkü toefldan harikalar yaratacağa benzemiyorum tıpkı üdsden ve alesten yaratamadığım gibi.

"staj işi ne oldu senin? hala devam ediyor musun ?" sorularınızı da son bir haftadır sodamedyaya uğramadığım için haklı görüyorum. evet, hala devam ediyorum ya da şöyle söyleyeyim, henüz kovulmadım.


işte böyle yuvarlanıp gidiyorum.
hepinize "yeeğ deds gıığd" diyebilecek amerikan aksanlı ingilizceler diliyorum.

buranın habersiz misafirlerine artııı bi dee biritiş aksan diliyorum. yü nööv .

2 Ocak 2011 Pazar

Amorti*

"2010 Lizbon" isimli blog yazımdan sonra 2011 için hayli sönük kalacağa benziyor bu yazı.

Çok uzatmayacağım zaten; ama adettendir "koca bir yılı geride bıraktık gelecek yıl daha güzel olsun vs vs " minvalinde bi şeyler yazmak. 12 yıl günlük tutmuşum ve bıkmadan bu klişeyi farklı biçimlerde yazmışım..

Çok net hatırlıyorum. Geçen sene ajandamı elime alıp sayfaları çevirerek "vay be" demiştim.. "bir sürü gün var önümde, kim bilir neler yaşıcam.. neler görcem kim bilir" diye heyecan yapmıştım. sayfalar o kadar boştu ki.. "temmuzu da görebilcek miyim acaba,, kasımda doğum günümde napıcam acabaağ" diye meraklanmıştım... Biraz önce baktım da ajandama... Bazı sayfalar yine boş, dolu olan sayfalarsa vize/final ve film tarihleri ile dolu ..ve birkaç buluşma.

Varsın bu yıl da öyle olsun... Şikayetçi değilim. Aslında duygular dile gelmediğinden kaybediyor çoğu zaman. Sayfalara sığmayacaklarını bildikleri için olsa gerek.


İsterim ki, her sayfasına bir önceki günden farklı bir cümle kurabileceğimiz bir defter olsun bu yıl. Hiç olmazsa bittiğinde 365 cümlelik bir hikayemiz olur.


*Biletime amorti çıktı. Ben bu amortiyi gelecek yıl yaşayacaklarım için bir ipucu olarak düşünürken en güzel yorum pelinden geldi: "ne kazandın ne kaybettin be selin, boşversene, hiç değilse birkaç gün umudun oldu."




İyi sene...