Ben de yaşıyorum ya hani, öğreniyorum bi şeyler. Ölmeden önce çok tecrübem olsun istiyorum.
Geçen gün mecidiyeköy metrosunda mesela garantici olmayı öğrendim. Hani böyle turnikeler var ya çıkışta... İnsanlar önümden yürüyodu. Herkes 4-5 tane turnike olmasına rağmen 3 tanesini kullanıyodu. Solda bi tane turnike vardı, geçilebileceğine ilişkin de yeşil ok vardı üzerinde; ama öksüz kalmış, kimse onu kullanmıyo. Düşündüm o an.. Dedim ki insanlarımız ne kadar koyun, önden gidenin arkasından gidiyo herkes. Gerçekten görmeniz lazım. Kimse diğer turnikeye yanaşmıyo bile. Tabi bunu düşünen ben, koyun olmayı yediremedim kendime. Zaten acelem var.. Hızımı aldım hızlı hızlı soldaki yalnız, öksüz turnikeye doğru ilerledim .. ilerledimm.. ve çaaat.. turnike dönmedi arkadaşlarım. Ben de turnikeye çarpıp tüm vücudumla sarsılmamla kaldım. Dedim ki sonra, bazen garantici olmak lazım, koyun olmayı göze alarak hem de...
Kaybettiğim 352. şemsiyeden sonra umutlu olmayı öğrendim. Hani vardır ya evden çıkarlar kimileri, ellerine şemsiyelerini alırlar ve 10 dk sonra yağmur yağmaya başlayınca açarlar. Ben onlardan olamadım işte hiçbi zaman. Ama deniyorum. Evden çıkmadan havaya bakıp gözlerimi kısarak harika bir tahmin yaptığımı düşünüyorum mesela ve büyük bi gururla şemsiyemi alıyorum yanıma. İşte o gün arkadaşlarım, haftanın en sıcak günü oluyor. Hayatımın hiçbir günü yağmur yağacağını tahmin ederek şemsiyeyle evden çıktığımda yağmur yağmadı; ama umutluyum. kullanmadığım için şemsiyeleri haliye, kaybettim, unuttum bir yerlerde. ve şey için de umutluyum ben,, bir gün kaybettiğim onca şemsiyenin hatrına ben de yağmurlu bir günde bir şemsiye bulacağım. evet evet.
Ahırkapıda herkesin içinde bir çingene olduğunu öğrendim. Hıdırellezde öğrendim bunu. Arkadaşlarım sizlere şunu söyleyeyim, ister rastalı kafa olsun, ister gotik olsun, ister kalın çerçeveli bir entelektüel isterse tiki olsun... her insanın içinde bir çingene varmış ve meğer herkes dokuz sekizlik müziklerde oynamasını bilirmiş. ben "cool" görünümlü insanları romanların yanındaa "aydeeee" şeklinde dokuz sekizlik attırırken görünce çok mutlu oldum. aslında hepimiz ne kadar aynıyız. ehe.
"Bebeğinizi kucağınıza alın" demenin imkansız olduğunu öğrendim. Bebek yani daha, hani yürüyemiyo bile adam gibi. Fakat hanımımız almış bebeğini o hıncahınç tramvayda yanına oturtmuş. hayır efendim. yorgunum, belim ağrımış falan filan fayda etmiyor. söylenmiyo işte "bebeğinizi kucağınıza alın ben oturcam" cümlesi. gazi değilim ki, yaşlı hiç değilim.. göbeğim biraz var ama hamileyim dediğimde yutacaklarını sanmam. yok, diyemiyorum. ama mesela kadın bebeği kucakladığında boşalan bebeğin koltuğuna geçip oturabiliyorum. sonra bebek beni yerine oturmuş görüp ağlamaya başladığında bundan büyük bi zevk alabiliyorum. " ama abla oturmuş kızım olmaz" diyen annenin yerinden kalkıp yerine çocuğunu oturtmasını da keyifle izliyorum. iyi bi insan mıyım kötü mü bilemiyorum.
4 kişilik masa bulmanın yolunu öğrendim. Yemekhane dolu. 3 kişiyiz, yer bulamıyoruz. Neden? çünkü 4 kişilik masalara tek başına oturan insanlar var. Yapmanız gereken o masalardan birine " ceee.. biz geldik oturabilir miyiiizz" diye gitmenizdir. Yalnız bu soruyu sormadan önce oturun ki o 4 kişilik masaya tek başına oturan kişi, o sorunun ne kadar formalite olduğunu anlasın. Sonra oturun masaya, yemek yerken tanımadığınız o insana bakın arada, alakasız şeylerden konuşun arkadaşınızla. O insan bir an önce kalkacaktır. ta. taam. masa sizindir. Ha eğer kalkmıyosa, yeni bir arkadaş edinmişsiniz demektir. Pratik bilgiler bunlar.
Akademisyenlik için çok garip ve saçma bir süreç geçirmek gerektiğini öğrendim. ÖSS ya da benim gibi DGS gibi bi sınava girmişsiniz, bi okul kazanmışsınız. Düşünün, ne zor, ne stresli. Bitmedi. Okulunuzda güzel notlar almak için çalışmışsınız, hocalarınızın bile bilmediği konuları öğrenmişsiniz. Sonra mezun olmuşsunuz. ALES gibi bi sınava girip yüksek bir puan almış, İngilizcenizin iyi olduğunu kanıtlamışsınız. ta. taaaaam, araştırma görevlisi olarak hayalinize bir adım yaklaşmışsınız. Sonra asistanlığını yaptığınız hocanız piknik düzenlemek istemiş. Siz de burada tam olarak şöyle bir görev üstlenmişsiniz: "kasapla et için fiyat pazarlığı yapmak".Nasıl ama ? Hocanız için laptopunu taşıyıp onu sınıfa kurmak sanki bir nebze daha işe yarar hissettirir insana kendini. Ne dersiniz ? Ama şşt !! Herkes bu yollardan geçti. (teşekkürler berna)
Okula dair en güzel anıların derslerdeki yazışmalar olduğunu öğrendim. Hani derslerde konuşmamak için defter sayfalarına, ya da boş yapraklara içimizdekileri dökeriz ya. işte onları sakın atmayın. O zamanlar neye içinizin sıkıldığını, kimin-kiminle-nerede-ne yaptığını, hocanın nası biri olduğunu ve o gün için planlarınızın neler olduğuna dair her şeyi ama her şeyi o yazışmalarda bulabilirsiniz işte. Yalnız o yazıları yazarken hocaya yakalanırsanız ve hoca bunu yüksek sesle okursa sınıfta işte o sizin anınız olmaktan çıkıp herkesin anısı olabiliyo, aman diyeyim.
Ben öğrendikçe paylaşırım ki çoğalsın.
Peki eğer kısa zamanda çok şey öğrenirsem erken mi ölürüm ?
Deneyip göreyim.
Öperim.
süper olmuş :)
YanıtlaSilçok şey biliyorsun seni yaşatmazlar diyerek mafyadizisivari bi yorum mu yapsam yoksa insanlar hakkında çok şey biliyorsun seni yaşatmazlar diye ezilmiş dışlanmış mesaj veren sanat insanı yorumu mu yapsam diye düşünürken bende her konuda espri yapmamam gerektiğini öğrendim saol selin.
YanıtlaSilühü
ben de anırarak gülerken boğazıma susam kaçabildiğini öğrendim. ehe öhö öhööö .
YanıtlaSileğlenelim öğrenelim blog
YanıtlaSil