12 Ocak 2011 Çarşamba

"yeğ deds gıığd" vs "yes detz gut" (yes. that's good.)

Ilık bir akşamdı... Ben internetimin başına geçmiş maillerime bakarken, Şehir Fırsatı'ndan Dilkonun TOEFL kursunun 59 lira olduğunu görmüştüm.. Heyecanlandım... Baba dedim.. son 1 saat... alıyorum ben bunu dedim..

...ve aldım.

İki kere sınava girdim. Seviyemin TOEFL kursu için uygun olduğunu kanıtlamam gerekiyodu çünkü.. Sonrasında, biraz nazlanarak da olsa beni kurslarına kabul ettiler.

-"Ehm.. aslında ..sizin puanınız yani... çok da iyi değil.. ama kağıdınıza özel bir not düşülmüş.. Bir kez daha girse daha yüksek yapar diye.. O yüzden sizi kursumuza alabiliriz.."

lütfettiler. alttan alta hangi mesajı vermek istediler anlamadım ama ben bunu "zeki ama çalışmıyor" olarak niteliyorum.

Ilık bir akşamdan soğuk bir akşama geliyorum. Pazartesi akşamına. Kursun ilk gününe. Gittim. Hayatımda ilk kez bir ingilizce kursuna gidecek olmanın heyecanı var. Sınıfa girdim, ortaokuldan bir arkadaşımı gördüm. Konuştuk. (oysa ingilizce kursu bir tanıdıkla rast gelmek isteyeceğim son kurstur, ya da sondan bir önceki)

Herkes sınıfa geldi. Herkes dediğim toplamda 8 kişiydik. Hocayı bekliyoruz. Bu bekleme esnasında tabi iğrenç bir sessizlik var sınıfta, tahmin edersiniz. Asansör sessizliği gibi. "Merhaba"dan sonra konuşacak hiçbir şey yok çünkü.. anca saçmalarsınız.
-Meraba
-Meraba.
-Kaçıncı kat?
-6
-6.tamamdır..evvet, bastım, tamam. (böyle bi şeyi eğer benim gibi kendinizi konuşma zorunluluğunda hissederseniz söylersiniz yoksa, " tamam bastım hı hı oldu" falan gibi şeyler söylemezler insanlar aslında. söylemeyin de bence zaten.)

...sessizlik...(nereye bakacağını bilememe)
...sessizlik... (katların yazdığı yerden sayıları okuma ..iikii..üüç..beeş ve altıı....)


-iyi akşamlar
-iyi akşamlar

Böyle bir sessizlikten sonra hocamız John geldi. Ben ona kısaca "con hoca" diyorum. Çok konuştu. ağzının kenarından tükürükler çıkana kadar konuştu yani.
ardından herkes kendini tanıttı.
Şimdi insan kendini hangi dilde tanıtırsa tanıtsın konuşmasının güzel olması için hem kendi hakkında anlatacak ilginç/güzel şeyleri olması lazım hem de bunu güzel bi şekilde anlatabilme yeteneğine sahip olması lazım.
hani belki erasmusla ispanyaya gitmiş, 7 ülke 13 şehir görmüş olabilirsiniz bu ilginç/güzel bi şeydir. ama bunu, "ben de ispanyaya gittim. orada okula gittim. "spanglish" konuştum. ispanyollar iyi insanlar, ingilizce bilmiyolar ama" şeklinde anlatırsanız mesela, o yaptığınız işin evde oturup çay demlemekten bir farkı kalmaz.

sınıfımı tanıtayım kısaca:

-bir kız. güzel giyinmiş,yüzü de güzel, makyajlı. oturaklı. "boğaziçi yünivörstii iikonomiks" okuyorum deyişinden zaten ingilizceyi çatır çatır konuştuğunu anlayabilirsiniz. ikinci dili çince. 3 yıldır çalışıyomuş üzerinde. "grandparents" ları da 5 yıldır çinde çalışıyomuş. tatillerini çinde geçirdiği oluyomuş. çini anlattı bize, biraz yemeklerinden biraz trafiğinden... benim anlamadığım ingilizce bi banka mı ne söyledi.. heh işte orada çalışmak istiyomuş. aksan güzel, ingilizce akıcı, paragraflarda görünce bile bilmediğim için okumadan geçtiğim kelimeler itinayla kullanılmakta..


-bir kız. uzun saçlı. o da güzel. o da oturaklı. amerikan aksanıyla ingilizce konuşuyo. liseliymiş. daha büyük duruyo. o konuştukça ben, bok atmaya çalışıyorum. "annesi ya da babası kesin amerikalı"... 7 yaşından beri ingilizce çalışıyomuş. "nolcak.. kesin amerikada büyümüştür." okulum da buraya yakın diyo."aha kesin şurdaki kolejlerden birindedir, robert koleji yakın mı buraya, yok değil.. o zaman hang.." ben böyle üstünde düşünüyorum ama kesin bir sonuç alamayınca merakıma yenik düşüyor ve sol gözümü kırparak "şşt.. senin aksan nerden?" diye soruyorum. anne baba türk. kolejde falan da okumuyo. her yaz tatillerinde amerikada da değil. kendi çalışmış üzerinde aksanının. yani yapmış, olmuş.

sadece 1 erkek ve kalanımız kız idik. 42 yaşında başında tüylü bir tokası olan, itüde okuyan, ben nerenin aksanı olursa olsun anlarım diyen, istanbul üniversitesinde okuyan ve çalışan...

böyle bir sınıf.. bakalım. con hocadan fırsat kalırsa bizler de konuşup kendimizi geliştirebiliriz. bizler derken ben ve diğer kişiliklerim. yoksa bence diğerlerinin çok da ihtiyacı yok. bu esnada ben de etrafımı iyi gözlemleyerek nasıl-oturaklı-olunur kursunu bedavaya getirmeyi düşünüyorum.


bu kurs olayının tam final haftasına gelmiş olması kötü olurdu aslında, eğer zor bir bölümde okuyor olsaydım ve çalışmam gereken, anlaması güç metinlerim olsaydı.. ama ne mutlu ki iletişim fakültesindeyim ve slaytların çıktılarını rahatlıkla okuyabiliyor anlayabiliyorum.. yani kursun final haftasına gelmiş olması beni, 21 ingilizce makaleyi okuması gereken boğaziçili kız kadar etkilemedi.

yüksek lisansı daha bir ciddi düşünmeye başladım. hatta bazen "belki de akademisyenlik o kadar da kötü değildir" derken yakalıyorum kendimi. şunun için söylüyorum bunu, yarın öbür gün, yüksek lisansımı yine bu okulda yapmak zorunda kalırsam bu olabilir, kalabilirim. tamam mı? çünkü toefldan harikalar yaratacağa benzemiyorum tıpkı üdsden ve alesten yaratamadığım gibi.

"staj işi ne oldu senin? hala devam ediyor musun ?" sorularınızı da son bir haftadır sodamedyaya uğramadığım için haklı görüyorum. evet, hala devam ediyorum ya da şöyle söyleyeyim, henüz kovulmadım.


işte böyle yuvarlanıp gidiyorum.
hepinize "yeeğ deds gıığd" diyebilecek amerikan aksanlı ingilizceler diliyorum.

buranın habersiz misafirlerine artııı bi dee biritiş aksan diliyorum. yü nööv .

2 Ocak 2011 Pazar

Amorti*

"2010 Lizbon" isimli blog yazımdan sonra 2011 için hayli sönük kalacağa benziyor bu yazı.

Çok uzatmayacağım zaten; ama adettendir "koca bir yılı geride bıraktık gelecek yıl daha güzel olsun vs vs " minvalinde bi şeyler yazmak. 12 yıl günlük tutmuşum ve bıkmadan bu klişeyi farklı biçimlerde yazmışım..

Çok net hatırlıyorum. Geçen sene ajandamı elime alıp sayfaları çevirerek "vay be" demiştim.. "bir sürü gün var önümde, kim bilir neler yaşıcam.. neler görcem kim bilir" diye heyecan yapmıştım. sayfalar o kadar boştu ki.. "temmuzu da görebilcek miyim acaba,, kasımda doğum günümde napıcam acabaağ" diye meraklanmıştım... Biraz önce baktım da ajandama... Bazı sayfalar yine boş, dolu olan sayfalarsa vize/final ve film tarihleri ile dolu ..ve birkaç buluşma.

Varsın bu yıl da öyle olsun... Şikayetçi değilim. Aslında duygular dile gelmediğinden kaybediyor çoğu zaman. Sayfalara sığmayacaklarını bildikleri için olsa gerek.


İsterim ki, her sayfasına bir önceki günden farklı bir cümle kurabileceğimiz bir defter olsun bu yıl. Hiç olmazsa bittiğinde 365 cümlelik bir hikayemiz olur.


*Biletime amorti çıktı. Ben bu amortiyi gelecek yıl yaşayacaklarım için bir ipucu olarak düşünürken en güzel yorum pelinden geldi: "ne kazandın ne kaybettin be selin, boşversene, hiç değilse birkaç gün umudun oldu."




İyi sene...