29 Nisan 2010 Perşembe

Hastayım ben ama.

Hasta oldum.

Evet. böyle başlıyorum . Ben hastayken, hastalığımı çok belli edemiyorum nedense. Yani hani "Seliiiiin hasta mısııın çok kötü görünüyoosuuuun" feryatlarını duyamam ama duyanlara hep özenirim. O yüzden cümlelerime "ben var ya çok hastayım" cümlesiyle başlıyorum.

hasta olmanın güzel bi tarafı yoktur. yani eğer ilgi arsızıysanız gelip ateşinizi ölçen bi anne, ya da çok terlemişsin üstünü değiştirelim diyen bir kardeş mutlu eder sizi, bu. a bi de iyi olup olmadığınızı merak eden arkadaşlar.

Ödevler var çok. Sunumlar falan. Grup ödevi işte. Nasıl da sevmez kimse di mi ? Böyle bi şeyler yazıyosunuz, sonra kalkıp hocanın yerine geçiyosunuz. Sonra bunu anlatmaya başlıyosunuz. Ah nasıl da sevimsiz. Hani o hocanın yerine geçme var ya, o duygu sanırım, insanları, böyle her şeyi biliyorum havasına sokuyo. Ama görmeniz lazım... (yazar burada dedikodu yapıyo).. ellerini çok gereksiz kullanarak, virgülü olmayan cümleler kurarak bi şeyler anlatıyo öğrenciler. Cevabı evet ya da hayır olan sorular soran hocaya 7 cümlelik cevaplar veriyolar. Konuları anlatırken ellerinin parmaklarını birbirlerine bitiştirerek açıklama yapıyolar.. konuştuklarını unutup yazı diliyle "yapıyorlar" ve "gideceğiz" diyolar... eleştiri kaldıramıyolar... konunun uzmanı onlar.


genelleme kötü tabi. bunu söylemeden edemeyeceğim. kendimi ayırmıyorum bu arada. çünkü hocanın yerine geçmek... bence... çok... kuğl.... oo yee..


60. yılı ya fakültemin.. o yüzden bir sürü konferans, seminer, panel, söyleşi falan yapıyolar... ah aslında bunu her sene yapmaları lazım 60 yılda bir değil ama... neyse...

dün yine bi panele katıldım. panelin neyle ilgili olduğu falan ya da altını çizdiklerim diye yazmak isterdim ama sıkıcı olur diye düşündüğümden kırılmış bir potu anlatmak istiyorum. konukları çağırmışlar işte. bi tane de konuk bizim okuldan bir hoca. fakat isimliğini ( bunun başka bir adı vardı sanırım) masaya koymayı unutmuşlar. bu hocamız da geçmiş, öğrencilerin yanına, izleyici olarak oturmuş. moderatör konukları bir güzel tanıttı. sonra bir konuk bir şeyler anlattı falan. konuğun anlatımı bitince moderatör olan hocamız adeta çığırdı. İSİMLİĞİNİ KOYMADIKLARINDAN DOLAYII. ben yani hocamızı tanıtamadım .. ama.. çok özür dilerim. hocam buraya gelin. vs diyerek hocayı masaya davet etti. hoca da gitmedi diyomuşum.. değil tabi. gitti. bu kadar.

dün tiyatroya gittim. İlk oyunmuş. İlk oyunların diğerlerinden farkı varmış. bilmiyodum bunu biliyo musunuz ? fark nedir mesela? bütün ekip çağrıldı alkışlarken. sonra bi de izleyiciler arasında bikaç tanıdık sima vardı. ehe :P .. nasıl da büyük bi fark!! bence ilk oyunları tercih edin =)


Bi ödevim için MEY İçkiyi aradım. Aklınızda bulunsun; kurumsal iletişim departmanı 2- 3 soruya yanıt veremeyecek kadar yoğunmuş. Hani işiniz falan düşer de, kurumsal iletişim departmanını ararsınız da, sonra ağzını yaya yaya konuşan bir hanım kızımız telefona çıkar da, size " yok vaallaaaaa çok yoğunlaaar yaani yardımcı olaamazlaaar" derse alınıp, gücenmeyin. O da öyle bi kurummuş deyip geçin. Kafanızı da sakın " bunu yapmak kurumun imajını sarsar mı sarsmaz mı " şeklindeki sorularla da kurcalamayın. "word of mouth" diye bişi var falan deyip gözlerinizi kısıp hırs yapmaya da kalkmayın. sizi kaybetmekle pazardan pay kaybetmeyecektir en nihayetinde. hele ki alkol tüketmeyen biriyseniz bi düşünsenize, iyi ki iyi davranmamış size. Aptallık etmeyin..


ve, son kullanma tarihi geçmiş olan ilaçları içmek öldürmüyor, bunu dün test ettim ve tüm bilim dünyasına hediye ediyorum.

çok hasta olduğumu söylemiştim di mi ?








23 Nisan 2010 Cuma

20 Nisan 2010 Salı

böyle şeyler de yaşıyorum bazen.

otobüs kalabalık.

arka kapıdan binmişim.
adettendir. pasomu uzattım önlere.
derken önümde yer boşalınca oturdum.
yağmur falan var mı camdan dışarıya baktım. ders baktım biraz da.

ismimle birlikte soyismimin "anons" edildiğini duydum.
bağırdı resmen biri.
şaşırdım.

-e..evet benim ?

- bu da pasonuz.


ama ben pasomu gönderdiğimi unutmuştum tabi.


Okuldayım.

Sevdiğim bi araştırma görevlisinin odasına girdim.

- Hocam , dedim. Nolucak bizim bu staj işleri falan.

...Hoca anlatmaya başladı...
ne anlattı tam hatırlamıyorum.

bi yerde takıldı ama hatırlayamadı döndü bana,

"sen söyle adını" dedi.

ben de "Selin" dedim.


karşısında yarıldım tabi.

öyle olunca ben de olsam kovardım beni odadan.

sevgiler. ehehe.

18 Nisan 2010 Pazar

yazı seviyorum ama arkadaş olarak.bahara aşığım ben.



şu şekilde çalışarak bi vize dönemi geçirdim ben.
hep söylüyorum, bu dönem aldığım/alacağım notların yüzde 80 ini okulda, sınav öncesi çalışmama borçluyum ben.
üniversitede 4. yılım ama 3.sınıftayım falan. belki üniversitedeki miadımı doldurdum ondan diyorum bendeki bu isteksizlik hali için. ilk defa böyle görünce kendimi, paniğe kapılıyorum. annem bilse, o da kapılırdı. "üşütmüşsündür" derdi bi de, "terlik giymiyosun ki..."

zor bi bölümde okumuyorum ben. sözel hani ya, ne kadar zor olabilir yaaaaağni. di mi ?
işte o yüzden de sınavım kötü geçti demeye falan da utanıyorum bazen. gerçekten.

sınıftan biriyle karşılaşıyorum mesela.
boşboğazım ya hemen dert yanmaya başlıyorum:

"oof" diyorum
" hoca da hiç acımamış yaani,, o sınav da ne zordu ama di miiiii? "

tam bu noktada gelebilecek en kötü yanıt büyük bi sessizliktir. fırtına öncesi falan da değil. sessizlik işte. şey deme sessizliği, "ne zoru yahu ben hepsini yaptım hiç de değildi, neden hocaya laf söylüyosun şimdi" deme sessizliği.

onay bekleyen ben de onay gelmeyince kıvırmalara geçiyorum sonra tabi.

"ee, aslında o kadar zor değildi ama işte ben biraz çalışmamıştım, ondan...yoksa çalışan yapard..kem küm.."

yerin dibiyle haşır neşirlik işte. öyle.

suçu da bahara atıyorum hep.
"bahar geldi ama naapiim"

otobüste kitabımı önüme açıp camdan dışarıyı izliyorum.
ineceğime yakın ayracı yine aynı yere koyup iniyorum otobüsten.
öyle bi hava bu.

bi de "yaz"ı var bunun. o zaman okulu da olmıcak.
herkes yaz gelsin ister, haftasonu ister falan... benim de rutinim bozulcak diye ödüm kopar.


ilkbahardan sonra sonbahar gelse keşke.
daha uyumlular hem.

13 Nisan 2010 Salı

garip bi yer burası.

ha. ha.

komik aslında, bazen.
ama garip çoğunlukla.

dün mesela metrobüste bi kadın kucağımda geldi.

"ay kusura bakmayın rahatsız ediyorum " gibi dünyanın en sallama özür cümlesini sarfedince kucağımda yolculuk etme hakkı kazandı. bi garip valla. ama olsun, "bacaklarımı kamufle etti, bi işe yaradı" dedim, bi de sevinir gibi oldum. ben de bi garibim.

sahii bacak. bacak yani. bacak. o da bi garip. yani ete bürünmüş bir kemiği bu kadar bakılası kılan ne ben onu anlamadım. diz yahu bu. diz ve kemik yani. kaval kemiği.. yani merak ediyorum,, (aslında burdan istediğim hedef kitleye ulaşamam ben ama, olsun ) dizinizden aşağısı mı yok hı ? garipsiniz, valla garip.


yeni nesil çocuklar da bi garip. kadın metrobüste oturmuş, yanına da 5-6 yaşlarında "yeni nesil" olan çocuğunu oturtmuş. şimdi kadına çocuğu kucağına al diyolar. yahu o çocuk belki 6 yaşında falan ama, BENİM KADAR O yahu. benim kadar yani. çocuk ülker çikolatalı gofret ve hamburger ikilisiyle büyümüş yani. ezilir ki annesi altında. alınır mı o kucağa hiç, ne garip.


sonraaaa,,

amerikadan bi arkadaşıma mektup atmasını söylemiştim mesela. aldım bugün mektubunu. ama o da ilginçti. bilgisayarda yazıp çıktısını göndermiş. e-mail atsaydı falan ben çıktı alırdım burdan diye düşündüm. bi imza falan belki atsaydı. neyse. zarfı güzel.


ya da...

5 dk içinde hadi fal baktıralım deyip koştura koştura falcıya giden ben ve arkadaşlarım da bi garibiz... hatta fal baktırıcaz diye "randevularımıza" geç kalışımız da...

"peki sana ne dediii " diye birbirimiz hakkında meraklanmamız da ilginçti tabi. falcı bu ya. umut satın aldık aslında biz. telve bahane. 2 gün, 22 gün, 6 sene , 1 sene... ay sonu, yılbaşı... güzellikler hep bizimle. bunlara sevindik biz. ilk defa duyuyomuş gibi şaşırdık bildiğimiz şeylere.

falcı şey diyo mesela
"yakınında bilmemne burcu biri var, ona ayın 19 unda mal mülk bişi gelicek... çok para bu."

iç ses: not al selin. ayın 19 u. annenden para iste, çünkü zengin olucak.

...

iç ses: nisanın sonuna not al selin. bi buluşmaya gidiceksin. mutlu dön.

...

iç ses: gördüğün ilk uzun suratlı, bilmemne burcu birine potansiyel kocan gözüyle bak.

...

"ajandam falcının dedikleriyle doldu" değil tabi.

ama o da garip olurdu.


garip bi yer burası.

çocuğuna "Dolunay" ismini koyup " Doli" diye çağıran ebeveynlerin olduğu bi yer.

ilginç.

seviyorum çok.



10 Nisan 2010 Cumartesi

bence kaşınıyorum.

güzel bi yer burası.
değişik insanlar var. değişik yerler... ve ne kadar haşır neşir oluyosanız bu değişik kişi ve yerlerle öyle de değişik şeyler görüyosunuz işte.

sürekli bi arayış içindeyim ben. ne yapsam diye. senelerdir. ergenim hala. 21 yaşındayım ve liseden beri ne kendime "of bi hobim bile yok" demekten yoruldum ne de "neden böyleyim" diye sormaktan.

gitar falan aldım. durur hala kapının arkasında. "süt içtim dilim yandı amanın ammanın" cümlesini müziğiyle çaldım. gitarımla en büyük başarım budur. ötesine geçemedim.

web tasarımı kursuna gitmiştim bi ara da. onunla ilgili bi başarı düşündüm ama yokmuş. sertifikam var ama.

böyle abik gubik şeyler yaptım ben zamanında. yine olsa yine yaparım. kung fu yapmak için eşofmanlarımı çantama koyup beşiktaşa da giderim mesela. gittim de.

ispanyadayım. (of bunu demek çok havalı oluyo). istanbula dönücem. dönücem ama "istanbula dönünce napıcam?"ın hesaplarını yapıyorum.

bi arkadaşım kung fu yu anlattı. ağzım açık dinledim. hayran oldum ya. akabinde bişeyler yapmak istedim tabi. ilk olarak yaptığım şey bacaklarımı açmaya çabalamak oldu. yapamadım tabi. ama bi kaç hareket yapmaya çalıştım. bi havalara girdim falan. "bi sporla uğraşıcam galiba ha gayret" dedim kendi kendime. ve kararımı verdim : evet, ben kung fu yapıcaktım. yahu anlamadınız mı? ben onun için doğmuştum işte.

bi belgesel izledim onunla ilgili. bikaç yazı okudum. "ceki çen" le bi gönül bağı kurdum böyle içten içe. uf işte beni görse ne hoşuna gider falan diyorum. "biraz kung fu çalışmalıyım" havalarına giriyorum ara ara... çalışıyorum da. "kaç saniye oldu? biraz arttırdım galiba" diye kendimle bi yarış halindeyim. o kadar gaza gelmişim ki o dönemde, fonda hep kafamın içinde çalan raki müziği var yani. abartmayı da pek severim.

matrixteki "ay nov kung fu" repliğini de kendi kendime bikaç kez tekrar ettikten sonra hazırım işte. istanbula dönücem... ve eksik kalan yanımı tamamlıcam. neyle ? kung fu.

harika.

Beşiktaştayım. çantamda eşofmanlarım. kardeşim ve bi arkadaşım benimle. heyecanlıyız. ben hevesli.

salona girdik. haaayt huuyt bi sesler. hocam olacak arkadaşım giyinmiş kuşaklı falan orada. o giydiği kıyafetle birlikte ciddiyet de vermişler ona. hani o kıyafeti giydiğin zaman yüz ifadenin sert olması gerekiyo gibi kuralın var olabileceğini düşündüm. neyse. emriyle gittim giyindim. "emriyle" nin altını çizmek istiyorum.

benden başka bi kız daha var. 2 kişiyiz. heves gitti bende zaten. kız da çok ciddi hee. kung fuya inanmış yani. benden daha çok havasına girmiş. bakışları bile " ay nov kung fu" diyo. neyse.

arkadaşım ne biliyosa göstericek tabi. öğrenmiş yani. biliyo. hoca o orada. hoca yani. kızabilme hakkına sahip.
koşmaya falan başladık. ben atlı karıncada hani annelerinin tarafına gelince el sallayan çocuklar vardır ya, onlar gibiyim. kardeşim ve arkadaşımın olduğu yere her geldiğimde el sallıyorum onlara. bi yandan da koşuyorum. (ciddiyet lazım bazı şeyler için. belki ondan kaybettim hep. bende eksik olan tek şey, ciddiyet. neyse.)

sonra böyle bikaç hareket gösteriyo. ben çoğunu yapamıyorum tabi. "peliin fotooraf fotooraaf" diye gizli gizli peline işaret ediyorum. hareketleri yapıp aynı zamanda poz vermek kolay değil azizim.

yoruldum diyorum arkadaşıma, yapamıyorum diyorum. zorlamaya çalışıyo biraz. çünkü yanımdaki o kız var ya "ay nov kung fu"cu. o böyle, o hareketleri bi yapıyo ama böyle aynaya bakarken gözlerini kısıyo falan. kesik bakışlar fırlatıyo. harfi harfine yapıyo yani. o çok ciddi ya. ruhen o ceki çenle yani. ben de böyle biraz havaya gireyim diyorum ama olmuyo.
ben hala poz derdinde.





velhasıl ben sonuna kadar dayanamıyorum dersin. arkadaşıma da tafrayı basıp çıkıyorum.

şu fotoğrafsa ancak bir cansız mankenle bir hayal olarak kalıyor tabii ki.




sonra düşünüyorum da o kung fu salonunda yaşadığım en güzel şey soyunma odasında çingene bi kadınla olan sohbetimdi.

var mı bakim senin kısmetin dedi. yok dedim. inşallah olsun gönlüne göre yakışıklı bir delikanlı dedi.

bu.

kung fu da bana göre değilmiş deyip arayışlarıma devam etmeye başlıyorum ben.
ama aslında kendimin hiçbi yere uygun olmadığını biliyorum.
çaktırmıyorum.

bunları yapan insanları da bi yanımdan hep kıskanıyorum.

belki bi gün ben de bi "şey" yaparım diyorum.
umut deyip, kemana dokunuyorum.

çaldım mı ne ?




6 Nisan 2010 Salı

can var ya, çok tatlı.

bunu bugün önümde olan bir olaydan nefes nefese kaçarken hissettim ben.
yoksa ağlayarak konuşmayı hiç sevmem.


bi şey olmasın bana dedim, lütfen.


canınızın ne kadar tatlı olduğunu hatırlatıcak olaylar yaşamayın hiç.
ama bilin yani.

araba kornalarından korkma sebebi de bu belki.
çığlıklardan irkilmenin.
evde yalnız kalmak istememenin...



cenazelerde ağlayan insanların aslında, "iyi ki onun yerinde değildim" diye sevinç gözyaşları döktüğünü duymuştum bir yerden, hatırlamıyorum nereden.

çok mu yanlış ?
bilemedim.

3 Nisan 2010 Cumartesi

ölmedik ama naber?

şehir dışında yaşıyoruz aslında biz.
neresi desem ki buralar için... beylikdüzü değil, büyükçekmece değil... ama aralarında bir yer. uzak yani İstanbul'a.

buraya alışmak için bayaa çaba sarfettik. kaldı ki neredeyse 3 sene oldu ama hala çoğu ihtiyacımız için avcılara gidiyoruz.

her hafta sonu mesela. mutlaka.

hatta ilk geldiğimizde bize kahvaltıya misafir falan gelicekse ekmeği onlara ısmarlıyoduk. "buranın ekmekleri kötü" diye. ama gerçekten bak. fırın yoktu ilk taşındığımızda buraya. marketten alıyoduk ekmeği. o yüzden teyzemlere falan oradan getirin ekmeği diyoduk.

sonra gelen ekmekler için "ooo kızıım enişteniz size şehirden ekmek getirmiiiş" diye babamın geyiğini dinliyoduk.

şehir, köy geyiği hala devam eder ya.. neyse.

bugün de yine o günlerdendi. avcılara gitmemiz gerekiyo. pelin ehliyetini alalı yıllar olmuş. ben neşeliyim. bahar gelmiş.

"hadi pelin beni avcılara götür arabayla" diyecek kadar içim içime sığmamış.

not olarak şunu söylemekte fayda görüyorum: daha önce pelinin kullandığı arabaya hiç binmedim ve pelin tecrübeli bi sürücü değil -ki bunu ilerleyen satırlarda görüceksiniz-

babamdan o malum izni istedik. babam içine sinmeyerek "peki" dedi "...ama yollardan toplatmayın kendinizi" diye de üstüne basarak tembihledi.

otoparka indik. arabaya bindik. pelin baktım direksiyonu itekliyo, çekiyo çeviriyo falan.
pelin dedim, napıyosun ?
"yaa seliin direksiyon kilidini açmaya çalışıyorum tağaam mııı ? " dedi.
ama tabi ben babamı daha önce o direksiyonu öyle çekelerken görmediğim için yadırgadım.

-tam burada babam aradı-

pelin arabayı çalıştırdı.

-yine burada babam aradı.-
"baba otoparktayız henüz"
"hee tamam, dikkat edin vs vs "

pelin arabayı yerinden çıkartana kadar babam 3 kere daha aradı. yalnız bunu pelinin uzun sürede arabayı otoparktan çıkarmasına mı yorarsınız yoksa babamın arama sıklığına mı bilmiyorum. yorum sizin. ama babam 6. kez aradığında artık hala otoparktayız demeye utandım. "ee çıkıyoz babaa çıktık çıktık" diyerek kapattım.

avcılara gitmekten vazgeçip migrosa gittik. evet. sağ ve salim.

park yeri bulmakta hiç güçlük çekmedik. çünkü iki arabanın arasındaki o daracık yer bizi bekliyordu pusuya yatmış.
"pelin bak yer var burda"
"aa tamam gireyim hemen"
"ama açıktan alman gerekmiyo mu biraz"
...
"doğru" diyerek direksiyonu sola çevirdi ve biz ikimiz pelinin açıktan aldığını düşündük.

biz bu daracık yerde bayaa oyalandık efendim. o kadar oyalandık ki, görevli gelip yardım etti. sağolsun çok iyiydi. "biz de çarpa çarpa öğrendik" dedi. içimize su serpti.

migrosa girdik.
"babamı çağır selin ben gidemicem eve, avcılara falan"
"pelin bak bu çorap daha güzel diil mi peki"
"selin babamı çağır diyorum kaldık burda. eve gitmem lazım benim, ders çalışmam lazım"
"peki pelin, arasınlar söyleriz"

biz babamı falan aramadık efendim.
otoparka, arabaya gittik. o daracık yerden de çıktık.( fon sesi olarak sağ gel pelin, şimdi düzle gibi sesler hayal edin burada)

fakat gelin görün ki, migrosun çıkış kapısındaki yokuştan çıkamadık. arkamızdaki araç çok bekledi ama çok da sabırlıydı.

pelini en son iki eliyle el frenine abanırken hatırlıyorum.
bi de aklımdan "babamı çağıralım bu yokuşu çıkarsın" diye geçtiğini hatırlıyorum.
ah bi de o kokuyu hatırlıyorum. yanık gibi bi kokuydu.

peline kokunun ne olduğunu sordum. "ben yaptım" dedi.
sonra o da korktu...
(ne yaktık biz ? )

sonuna geliyorum hikayemin.

şöyle bi kare;
iki tane kız. arabanın içinde. dörtlüleri yakmış. içeride mustafa ceceli dinliyo. neymiş? babaları gelip onları alıcakmış.

park ettiğimiz yer çok dandikti. bayaa uyarı aldık. ama babam hızır gibi yetişip bizi aldı ordan.

bazen baba olmak çok ilginç.
allahtan kaza falan yapıp aramadınız dedi.
güldü hep.

"yollardan toplatmayın kendinizi" derken aslında ne kadar haklıymış diye düşündüm. ben de güldüm.

hani trafik canavarları var ya. bazen onlar canavar değiller aslında.
bu da kıssadan hisse olsun.

Başlıyorum.

Aslında ben yazmıcaktım.

1ispanyaguncesi'yle zirvede bırakıcaktım. zirve diyorum çünkü hala arada girip okuyorum canım sıkıldıkça, ondan. evet. tevazuyu bırakalı çok oldu.

peki yazmam için beni dürten şey nedir ?

hemmen anlatıyorum:

tramvaydayım. telefonla konuşuyorum. yanımda bi tane kadın.
"telefonla konuşurken beni elektrik alanında bırakıyosunuz" dedi.
anlamadım önce. yani anladım da ama nolur öyle dememiş olsun dedim.

"pardon, napıyorum" diye tekrar sordum.
"beni elektrik alanında bırakıyosunuz" dedi. yineledi yahu.

"ben telefonu kapatıyorum, burada elektrik alanında bıraktığım biri varmış" deyip telefonu kapattım tabi.

benim kimyam fiziğim falan kötüdür. hani mutlaka o telefonun ona bi zararı vardır, orasından eminim. ama elektrik yaydığını düşünmedim ben hiç. yanlışım varsa düzeltilmek isterim. ya da eğer varsa böyle bi şey, ben hayatımda ilk defa bu kadar bilimsel uyarıldım.

"ama kapatın efendim, otobüs kaza yapıcak" tan daha inandırıcıydı en azından.

budur efendim yazma isteğimi tetikleyen şey.
bi kere ben istanbul gibi bi yerde yaşıyorum. bir sürü insan var.
görmeniz lazım. bir sürü. çok fazlayız biz. çok da renkliyiz ama.

eh, okula giderken de 3 vesait kullanıyorum. neredeyse hepsinde farklı bişi yaşıyorum.
unutmak istemiyorum bazılarını mesela.
bundan sebep.

mesela telefonla elektrik yaydığımı unutmak istemem.

devamı gelir umuyorum. umarım gelir.


bence burcu buna sevinir.