26 Mayıs 2010 Çarşamba

hep eleştiri hep.

Finaller başladı.of ki ne of. gerçi size ne bundan. sıkıntı benim sıkıntım.
ama final haftası geleneğidir herkesin bikaç kez "finaller of aman" diye söylenmesi gerekir. ben de işte efendim eskilerimizin deyimiyle teamül olarak söyleneyim dedim.

hocalarıma buradan seslensem... ya da ne de olsa her şekilde, kimsenin umrunda olmadığım için gönlümce seslenmek istiyorum onlara.

Sevgili hocalarım,

Bakın. Belli ki belli bi başarıya sahipmişsiniz ki hoca diyorum size. tamam. güzel. Ama her şeyi bilmek zorunda olmadığınızı idrak edin istiyorum. hani sosyal sorumluluk dersine sizi sosyal sorumluluğun kraliçesi olduğunuz için yerleştirmiyolar; öyle denk geliyo. o yüzden bence çıkın bu ben biliyorum havalarından. çıkın da az bir şeyler öğrenin..öğrenin ki bir şeyler öğretin. bilmemek ayıp değil klişesini burada kullanmak yerinde olurdu ama hayır, kullanmayacağım. o fotokopiciye verdiğiniz notlar haricinde bir bilgi aktaramıyor oluşunuzu geçtim, daha doğru düzgün eleştiremiyor, yorum yapamıyor oluşunuz çok acı. üzülüyorum.
ders notlarının kopyala yapıştır usulü hazırlanıyor oluşu, notlarda gereksiz tekrarlara sebebiyet veriyor. buna dikkat edin. hazırladığınız notları en azından bir kez de siz okuyun. bu tekrarlar sayesinde/yüzünden 30 sayfalık notu 3 sayfalık özet halinde çalışmak zorunda kalıyorum.

İnanır mısınız bugün tramvayda gelirken hukuk okuyan bir kızın yanında oturdum. bir dakika. inanır mısınız kısmını burada kullanmayacaktım. inanır mısınız kızın 75 sayfa elle yazılmış notu vardı elinde. evet evet. hukuk tabi. normaldir. ama ben o elimdeki "web" nedir başlıklı notu açıp kızın yanında okumaya utandım. bir web sayfasında bulunması gereken özellikler: arama motoru olsun renkleri hede olsun yazıları güzel olsun hede hödö. halkla ilişkiler 3. sınıf öğrencisiyim, seneye tez yazıp mezun olacağım ben ya. hala tanım ezberliyorum.

serzenişimi burada noktalıyorum. bundan sonra yazacaklarımla ilgilenmezsiniz.
Kendinize iyi bakın,
iyi çalışmalar.


evet. durum bu. bu eleştirme işi çok itici, farkındayım. ama hani yani sorun ne çözemedim. "yahu nolucak bu türkiyenin hali" gibi bi hal içine girmek istemiyorum ama ister istemez o ruh haline bürünüyorum.

dekan çağırdı biraz önce.(of çok havalı oldu) misafirleri gelicekmiş yurt dışından mesela onlara rehberlik etmemi söyledi. okulun bedava rehberlik işlerini yapan bi görevliyim ben aynı zamanda. bozuldum. eminim adımı unuttu şimdiden. bana da yaranılmıyor ya da, bilemedim. mesela şu an okuldan yazıyorum bunu. misafirleri beklerken.

aa sahi bugün bi karakterle daha tanıştım. ya bu karakterlere dikkat edin bak, her yerdeler onlar. tanıyosunuz yani. Arkadaşımla bi şey konuşuyoruz ya da tartışıyoruz. neyse. konu ne diyerek konunun orta yerine atlamakla kalmadı aynı zamanda fikrini söyledi üstüne üstlük böyle böyle bir kural var diye kural uydurdu sonra bunu uydurduğunu söyledi en son olarak finali de benim dediğim doğru boşver sen onları gibi bişiler söyleyerek yaptı. cümlenin noktasız oluşu bu konu hakkında ne kadar dolu olduğumu gösterir.

insanlar yani. hem cahil olup hem de öğrenmeye kapalı, önyargılı olanlar. o kadar sevimsizsiniz ki. yanınızda bi şey bilmediğimi söylemek çok ağrıma gidiyo, bilin.


19 Mayıs 2010 Çarşamba

Akranlarım.

ya böyle çok değişik akranlarım var benim. bunu paylaşmak istedim. kısacık.

mesela bi tanesi, kırtasiyede, uç deniyodu. Hayal etmeniz için zayıf Türkçemle betimlemeye çalışıcam. Bi kırtasiye düşünün, üniversite yakınlarındaki kırtasiye nasıl olursa işte. Kuyruk var, fotokopi çekiyo amcamız, terlemiş alnı falan. Sonra yan tarafta da bi kız var. fotokopi makinesinin hemen yanında. Elinde 0.7 kalemi var. "Bi de şu ucu deneyebilir miyim?" diyo. Sonra o uç kutusunun içinden ucu çıkarıyo, kalemine yerleştiriyo bir kağıdın üzerine alelade bi şeyler çiziyo. "yok" diyo sonra. "bi de şu yandakini deneyebilir miyim ?" ama oradaki amcanın sakin olmasını bekleyemezsiniz ki. o da susmuyo tabi "yahu kızım alt tarafı bi uç al gitsin" . kız ne diyo ? "tamam şu yandakine de bakim karar vericem".. ben böyle akranlarımı görünce çok seviniyorum.


sınıfımda biri var. sanırım kendisi yapılan bir sunuma yorum yapmazsa öleceğini düşünüyor. ona bunun olmayacağını sakin bir dille söylemek istiyorum. tabi ona bunu anlatırken, soru sormazsa da ölmeyeceğini söyleyip daha da rahatlamasını istiyorum. Yoo yoo. Aslında bunu kendi öğrensin istiyorum. Sevgili R. , bir gün soru sormayıp, yorum yapmamayı denemeni istiyorum, göriceksin, ölmiceksin.


ve mesela yorum yaparken konjonktür kelimesini kullanmamanın bi şey eksiltmediğini gördüm. hadi akranlarım, deneyin. hiçbir yeriniz eksilmicek. tamam eğer bırakması zorsa seyrekleştirin madem. ne bileyim her cümleye onunla başlamayın mesela.


aa bi de şey var. okula bi firmadan geliyolar. o firmanın defterlerini getirmişler yanlarında da, öğrencilere vermek için. sonra kız öğrencimizin biri dersin tam ortasında defterlerin olduğu koliye doğru gidiyo. herkes şaşkın...
hoca soruyo tabi,
- kızım nereye gidiyosun ?
- hocam koliye bakmaya gidiyorum, diyo kızımız da.
- defter getirmişler kızım işte nesine bakıcaksın ?
- aa defter mi? ben avon kataloğu sanmıştım.

bence hepiniz çok eğlencelisiniz.




9 Mayıs 2010 Pazar

Bir şeyler öğreniyorum ama.

Hayat yani... İnsan yaşıyo işte... Yaşadıkça öğreniyo sonra adına tecrübe diyo sonra anlatacak bir sürü tecrübesi olduğunda da ölüyo. böyle bi şey.

Ben de yaşıyorum ya hani, öğreniyorum bi şeyler. Ölmeden önce çok tecrübem olsun istiyorum.

Geçen gün mecidiyeköy metrosunda mesela garantici olmayı öğrendim. Hani böyle turnikeler var ya çıkışta... İnsanlar önümden yürüyodu. Herkes 4-5 tane turnike olmasına rağmen 3 tanesini kullanıyodu. Solda bi tane turnike vardı, geçilebileceğine ilişkin de yeşil ok vardı üzerinde; ama öksüz kalmış, kimse onu kullanmıyo. Düşündüm o an.. Dedim ki insanlarımız ne kadar koyun, önden gidenin arkasından gidiyo herkes. Gerçekten görmeniz lazım. Kimse diğer turnikeye yanaşmıyo bile. Tabi bunu düşünen ben, koyun olmayı yediremedim kendime. Zaten acelem var.. Hızımı aldım hızlı hızlı soldaki yalnız, öksüz turnikeye doğru ilerledim .. ilerledimm.. ve çaaat.. turnike dönmedi arkadaşlarım. Ben de turnikeye çarpıp tüm vücudumla sarsılmamla kaldım. Dedim ki sonra, bazen garantici olmak lazım, koyun olmayı göze alarak hem de...


Kaybettiğim 352. şemsiyeden sonra umutlu olmayı öğrendim. Hani vardır ya evden çıkarlar kimileri, ellerine şemsiyelerini alırlar ve 10 dk sonra yağmur yağmaya başlayınca açarlar. Ben onlardan olamadım işte hiçbi zaman. Ama deniyorum. Evden çıkmadan havaya bakıp gözlerimi kısarak harika bir tahmin yaptığımı düşünüyorum mesela ve büyük bi gururla şemsiyemi alıyorum yanıma. İşte o gün arkadaşlarım, haftanın en sıcak günü oluyor. Hayatımın hiçbir günü yağmur yağacağını tahmin ederek şemsiyeyle evden çıktığımda yağmur yağmadı; ama umutluyum. kullanmadığım için şemsiyeleri haliye, kaybettim, unuttum bir yerlerde. ve şey için de umutluyum ben,, bir gün kaybettiğim onca şemsiyenin hatrına ben de yağmurlu bir günde bir şemsiye bulacağım. evet evet.

Ahırkapıda herkesin içinde bir çingene olduğunu öğrendim. Hıdırellezde öğrendim bunu. Arkadaşlarım sizlere şunu söyleyeyim, ister rastalı kafa olsun, ister gotik olsun, ister kalın çerçeveli bir entelektüel isterse tiki olsun... her insanın içinde bir çingene varmış ve meğer herkes dokuz sekizlik müziklerde oynamasını bilirmiş. ben "cool" görünümlü insanları romanların yanındaa "aydeeee" şeklinde dokuz sekizlik attırırken görünce çok mutlu oldum. aslında hepimiz ne kadar aynıyız. ehe.


"Bebeğinizi kucağınıza alın" demenin imkansız olduğunu öğrendim. Bebek yani daha, hani yürüyemiyo bile adam gibi. Fakat hanımımız almış bebeğini o hıncahınç tramvayda yanına oturtmuş. hayır efendim. yorgunum, belim ağrımış falan filan fayda etmiyor. söylenmiyo işte "bebeğinizi kucağınıza alın ben oturcam" cümlesi. gazi değilim ki, yaşlı hiç değilim.. göbeğim biraz var ama hamileyim dediğimde yutacaklarını sanmam. yok, diyemiyorum. ama mesela kadın bebeği kucakladığında boşalan bebeğin koltuğuna geçip oturabiliyorum. sonra bebek beni yerine oturmuş görüp ağlamaya başladığında bundan büyük bi zevk alabiliyorum. " ama abla oturmuş kızım olmaz" diyen annenin yerinden kalkıp yerine çocuğunu oturtmasını da keyifle izliyorum. iyi bi insan mıyım kötü mü bilemiyorum.

4 kişilik masa bulmanın yolunu öğrendim. Yemekhane dolu. 3 kişiyiz, yer bulamıyoruz. Neden? çünkü 4 kişilik masalara tek başına oturan insanlar var. Yapmanız gereken o masalardan birine " ceee.. biz geldik oturabilir miyiiizz" diye gitmenizdir. Yalnız bu soruyu sormadan önce oturun ki o 4 kişilik masaya tek başına oturan kişi, o sorunun ne kadar formalite olduğunu anlasın. Sonra oturun masaya, yemek yerken tanımadığınız o insana bakın arada, alakasız şeylerden konuşun arkadaşınızla. O insan bir an önce kalkacaktır. ta. taam. masa sizindir. Ha eğer kalkmıyosa, yeni bir arkadaş edinmişsiniz demektir. Pratik bilgiler bunlar.


Akademisyenlik için çok garip ve saçma bir süreç geçirmek gerektiğini öğrendim. ÖSS ya da benim gibi DGS gibi bi sınava girmişsiniz, bi okul kazanmışsınız. Düşünün, ne zor, ne stresli. Bitmedi. Okulunuzda güzel notlar almak için çalışmışsınız, hocalarınızın bile bilmediği konuları öğrenmişsiniz. Sonra mezun olmuşsunuz. ALES gibi bi sınava girip yüksek bir puan almış, İngilizcenizin iyi olduğunu kanıtlamışsınız. ta. taaaaam, araştırma görevlisi olarak hayalinize bir adım yaklaşmışsınız. Sonra asistanlığını yaptığınız hocanız piknik düzenlemek istemiş. Siz de burada tam olarak şöyle bir görev üstlenmişsiniz: "kasapla et için fiyat pazarlığı yapmak".Nasıl ama ? Hocanız için laptopunu taşıyıp onu sınıfa kurmak sanki bir nebze daha işe yarar hissettirir insana kendini. Ne dersiniz ? Ama şşt !! Herkes bu yollardan geçti. (teşekkürler berna)

Okula dair en güzel anıların derslerdeki yazışmalar olduğunu öğrendim. Hani derslerde konuşmamak için defter sayfalarına, ya da boş yapraklara içimizdekileri dökeriz ya. işte onları sakın atmayın. O zamanlar neye içinizin sıkıldığını, kimin-kiminle-nerede-ne yaptığını, hocanın nası biri olduğunu ve o gün için planlarınızın neler olduğuna dair her şeyi ama her şeyi o yazışmalarda bulabilirsiniz işte. Yalnız o yazıları yazarken hocaya yakalanırsanız ve hoca bunu yüksek sesle okursa sınıfta işte o sizin anınız olmaktan çıkıp herkesin anısı olabiliyo, aman diyeyim.


Ben öğrendikçe paylaşırım ki çoğalsın.
Peki eğer kısa zamanda çok şey öğrenirsem erken mi ölürüm ?
Deneyip göreyim.


Öperim.






2 Mayıs 2010 Pazar

Bir Silivri gezisi. (evet evet)

Bugün pazardı yine.
Her hafta bir gün pazar oluyo biliyosunuz. Anne baba evde oluyo, aile bir arada falan.
Yine o pazarlardan biri. Babam evde. Gerçi babam bir süre daha evde olacak... (çünkü kendisinde boyun fıtığı olduğundan dolayı izin aldı yaa, öyle. evet geçmiş olsun ona. )

Babam istedi ki bugün için, hep beraber vakit geçirelim. Eh biz de kırmayız babamızı, tamam dedik. Nereye gidelim derken.. Bizlerden çıkan fikirler içlerinde işte piknik,, yeşillik ,, mangal ( bu benden çıktı sanırım) gibi sözcükleri barındırıyodu... Ben heveslendim böyle. Ama uzun zaman oldu piknik yapmayalı ben. Ondan.

Bir koşu hazırlandım. Kafamda böyle yeşilliklerin üzerinde uzandım, kitabımı okudum, mangal kokusu burnuma geldi, yemek yedik... sonra top oynamaca falan.. böyle şeyler geçirdim. eğlenicektim bu pazar..

Arabaya bindik. Bizim evden Çatalca, Silivri falan çok uzak değildir, bilen bilir. O taraflara doğru gidiyoruz. Silivriye geldik. Babam Silivri'nin içine girdi. Sonra böyle ben "baba ee.. yeşillik yok .. burada ama... nereye" diye vızıldarken, babam park etmesin mi arabayı. ta. taaa. Meğer Silivri'yi gezecekmişiz.

"Gelin bakalım kızlarım şöyle bir Silivri'yi gezelim" başlıklı gezimiz de böyle başladı.

Pelin'e dehşet içinde baktım ama o çok "pozitif"ti:
-"Yani baksana selin, burası da değişik bi yer yani. Ben seviyorum değişik yerler görmeyi. Baksana kasaba gibi bi havası var yani. bence han...."
-" Yaaa peeliiin o kadar merak ediyosan in metrobüsün bi duraanda orayı gez. ne biliim git zeytinburnunu gez " falan diye çemkirdiğimi hatırlıyorum sonrasında.

Ehm..

Silivri'ye geldiğimizde, "Silivrimize hoşgeldiniz yazısı karşılıyor bizleri "diye başlayan bir gezi yazısı yazayım isterseniz ilçeyi tanıtan hı ?

Silivriyi görmeniz lazım... İnsanları çok sıcak... Kendilerine göre bir hayatları var... Simitlerinin, kağıt ve pamuk helvalarının tatları damağınızda kalıyor... Mutlaka yemeniz gereken bir başka şey ise, çubuk üzerine yerleştirilmiş kızarmış patates. Denemeden dönmeyin diyorum..

Silivrinin bir de denizi var... Kordonda, palmiyelerin altında Silivri halkı ve gelen turistlerle yürümenin zevki ise bambaşka...



Her haliyle Venedik'i anımsatan bu su birikintisi, gerek yerli gerekse yabancı turistlerin ilgi odağı idi. Bir not olarak aktarmanın faydalı olacağını düşünüyorum: henüz gondol turları yapılmıyor..



Silivri'nin mimarisi, İstanbul'un genel mimarisine ters düşmüyor... Binalar her yerde olduğu gibi Silivride de biçimsiz...Ve balkondaki çamaşırlar Silivride de varlıklarını sürdüyorlar... Fakat Silivriyi gezdikçe güzel binalar görme şansınız da olabiliyor. Örneğin, Kaymakamlık binası...



Fotoğraftan pek anlaşılmayabilir ama güzel bina idi..

Bir gezimiz de böyle son buldu. Gerek sıcak insanları, gerek şirin evleriyle gönlümde taht kuran Silivri'ye yolunuz düşerse eğer şayet, ki bence düşmez ya, yine de düşerse yani uğramadan geçmeyin diyorum...


O değil de, benim hala aklımda mangal var. Yeşillik, piknik.. falan ...